EDREMİT KÖRFEZİNDE MOTOKARAVAN İLE
SEYAHAT
Bu
bloğumda motokaravancılar için yazdığım her iki makalede beklediğimin üstünde
ilgi gördü. Bu benim için sürpriz olmadı. Çünkü karavancılık bir tutkudur. Zevk
alınmadan yaşanacak zorluklara katlanmak pek mümkün değildir. Ama inanılmaz
keyifli bir yaşam şekli, hobidir. Avrupa’da ailelerin büyük bir kesimi bu yaşam
şeklini benimserken, ülkemizde maalesef bu oran çok düşüktür. Kanımca mali
yönünün çok pahalı olması ve ülkemizde bu hobilerin olmazsa olmazı olan
mokampların çok yetersiz olması bu yaşam şeklinin gelişmesini engelleyen önemli
faktörlerdir.
Ben
ilk doğada yaşam deneyimlerimi eşim ile öğrenci olduğumuz 1960 lı yılların
sonunda Almanya’da ufak bir çadır ile başladım. Bu yaşam şekli o kadar hoşumuza
gitti ki, artık arabamızın bagajında çadır olmadan ne yurt içi ve ne de
yurtdışında yaşamaz olduk. Biz 1970 yılında Çukurova Üniversitesinde Dr.
Asistan olarak işe başladıktan sonra, ben, Almanya Frankfurt’taki Bayern Tarım
şirketinden Türkiye tarım ilaçları organizasyonu ile ilgili bir davet almıştım.
Bu seyahati o zaman sahip olduğum Renault steyşın ile eşimle beraber yaptık.
Şirket bize Frankfurt’ta iyi bir otelde yer ayırmıştı. Biz ikinci gece bu
konforlu oteli terk ederek, Şehrin
yakınındaki bir kampinge gittik ve arabamızda bizi bekleyen çadırda gecelemeyi
tercih ettik. Bu tutku yurt içinde de devam etti. Yine bir Almanya seyahatinde
Münih şehir içinde halen mevcut olan İsar nehri kenarındaki kampingde kalırken,
bir Türk aileyle tanıştık. Mersinli olan bu aile bizi çay içmek için
karavanlarına davet ettiler. Biz ilk defa bir çekme karavanı içinde görme şansı
bulmuştuk. Ben bu andan itibaren artık karavan hayal etmeğe başladım.
Zannederim 1980 li yıllarda Adapazarı’ ndaki bir firmadan ilk çekme karavanımı
aldı.
Bundan sonra ayni yerde ikinciyi de aldım. 1989 Yılında Mitsubishi minibüsten çevrilmiş ilk motokaravanımı aldım. Onu takip eden yıllarda daha sonra Fiat Ducato Hymer olan Alman yapımı tamamen orijinal motokaravana kavuştum.
Ancak o yıllarda bana motorun çekiş gücü yetmez gelince onu sattım ve daha sonrada 2 farklı Ducato üzerine yine Adapazarı’nda yapılmış motokaravanım oldu. Sonuncu Alman yapımı Volkswagen bir motokaravanım Reimo oldu. Ama artık Türkiye çok değişmişti. Araç sayısı artmış, az sayıda olan mokamplar bu yaşam şekline yabancı kişilerin istilasına uğramıştı. Zannederim 10 yıl önce ben artık bu hobimi yapamaz hale geldim. Ama Avrupa seyahatlerimde artık motokaravancılar şehir içlerinde gecelediklerini gördüm. Bu yaşam şekli ülkemizde de bazı şehir ve küçük yerleşim birimlerinde uygulanabilirdi. Emekli olduktan sonra yerleştiğim Ayvalık ve civarındaki küçük yerleşimlerin buna çok uygun olduğunu gördüm ve ilkyazımı Keremköy için yazmıştım. Körfez yazın motokaravan tutkunları için çok uygun ortamlar sunabilmektedir. Ancak bunu körfezdeki her şehirde yapma olanağınız yoktur. Çanakkale tarafından gelirken Küçükkuyu’dan Burhaniye’ye kadar tüm kıyı binalar tarafından işgal edilmiştir. Mevcut mokampların standartı oldukça düşüktür. Ama Gömeçten Dikili’ye kadar olan alanda doğrudan deniz kenarında günlerinizi geçirecek birçok yer bulmanız olasıdır. Hatta Ayvalık için örnek olarak Körfez ve Ayvalık isimli Blogta (http://ahmetayvalik.blogspot.com.tr/) şehir içinde nerelerde park edilebileceğine dair örnekler vermiştim. Gömeç, Keremköy, sahilkent mahallesi, Ayvalık kentinin Cunda dahil birçok yerinde rahatlıkla motokaravanınızı deniz kenarına park edebilirsiniz. Tüm bu yerlerde merkeze giden belediye otobüsleri ve dolmuşlar en yoğun bu bölgelerde çalışmaktadırlar. Önerim Balıkesir veya Çanakkale üzerinden Ayvalık’a gelirseniz, Gömeç’ten sonra Keremköy üzerinden sahile inerek, kıyı boyu Ayvalık içine Yunus Emre parkına kadar gelebilirsiniz. Bu 12-13 Km lik yolculuk size birçok park edebileceğiniz olanaklar yanında çok sayıda güzellik ve sürprizler sunacaktır.
Bundan sonra ayni yerde ikinciyi de aldım. 1989 Yılında Mitsubishi minibüsten çevrilmiş ilk motokaravanımı aldım. Onu takip eden yıllarda daha sonra Fiat Ducato Hymer olan Alman yapımı tamamen orijinal motokaravana kavuştum.
Ancak o yıllarda bana motorun çekiş gücü yetmez gelince onu sattım ve daha sonrada 2 farklı Ducato üzerine yine Adapazarı’nda yapılmış motokaravanım oldu. Sonuncu Alman yapımı Volkswagen bir motokaravanım Reimo oldu. Ama artık Türkiye çok değişmişti. Araç sayısı artmış, az sayıda olan mokamplar bu yaşam şekline yabancı kişilerin istilasına uğramıştı. Zannederim 10 yıl önce ben artık bu hobimi yapamaz hale geldim. Ama Avrupa seyahatlerimde artık motokaravancılar şehir içlerinde gecelediklerini gördüm. Bu yaşam şekli ülkemizde de bazı şehir ve küçük yerleşim birimlerinde uygulanabilirdi. Emekli olduktan sonra yerleştiğim Ayvalık ve civarındaki küçük yerleşimlerin buna çok uygun olduğunu gördüm ve ilkyazımı Keremköy için yazmıştım. Körfez yazın motokaravan tutkunları için çok uygun ortamlar sunabilmektedir. Ancak bunu körfezdeki her şehirde yapma olanağınız yoktur. Çanakkale tarafından gelirken Küçükkuyu’dan Burhaniye’ye kadar tüm kıyı binalar tarafından işgal edilmiştir. Mevcut mokampların standartı oldukça düşüktür. Ama Gömeçten Dikili’ye kadar olan alanda doğrudan deniz kenarında günlerinizi geçirecek birçok yer bulmanız olasıdır. Hatta Ayvalık için örnek olarak Körfez ve Ayvalık isimli Blogta (http://ahmetayvalik.blogspot.com.tr/) şehir içinde nerelerde park edilebileceğine dair örnekler vermiştim. Gömeç, Keremköy, sahilkent mahallesi, Ayvalık kentinin Cunda dahil birçok yerinde rahatlıkla motokaravanınızı deniz kenarına park edebilirsiniz. Tüm bu yerlerde merkeze giden belediye otobüsleri ve dolmuşlar en yoğun bu bölgelerde çalışmaktadırlar. Önerim Balıkesir veya Çanakkale üzerinden Ayvalık’a gelirseniz, Gömeç’ten sonra Keremköy üzerinden sahile inerek, kıyı boyu Ayvalık içine Yunus Emre parkına kadar gelebilirsiniz. Bu 12-13 Km lik yolculuk size birçok park edebileceğiniz olanaklar yanında çok sayıda güzellik ve sürprizler sunacaktır.