AYVALIK SEYAHATİNİZDE KEREMKÖY'Ü TANIYIN

KEREMKÖY Ayvalık Gömeç ilçeleri arasında asfaltın deniz tarafındaki tek köydür. Zeytin ormanının içinde çanakkale - İzmir yoluna 500 m uzaklıkta ve tepe üzerine konumlanmış köy buram buram Ege kokar. Köy meydanında içeceğiniz bir bardak çay ve köylülerle sohpet, belkide sizi de benim gibi KEREMKÖY'lü yapacaktır

7 Ağustos 2014 Perşembe

KUZEY EGE’DE KÖRFEZİN SESİNİ DİNLEMEK


Eğer Kuzey Ege’de sessizliğin hüküm sürdüğü bir kır veya köy evinde, kuytu bir köşede iseniz, İda'nın mitolojik tanrı ve tanrıçalarının nefesi olan Ege'nin kuzey rüzgarları sizleri büyülenecektir. Bu gizemli sesin değişik tınıları sizi hayal dünyasının tanımadığınız değişik köşelerine taşıyacaktır. Körfezin ana unsurlarından olan bu kuzey yazarlıklarının o karmaşık, ama sizi içine alan ve gerçek dışı ama size huzur, güven ve gizemin içine alan o sesi Keremköy’ de kır evinde duydum ve ayırtına vardım. İda’nın mitolojik efsanelerine, Truva’ ya, Afrodit ve Zeus’ e yabancı olmayan Körfezli kökenlerim, İda’nın bu zaman zaman huzur ve dinginlik veren, bazen kavgacı ve laf anlamaz hırçınlığını saygı ile karşılamamı bana öğretmişti. Bugün Kuzeyli rüzgarlar sanki benim körfezim ve küçük dünyama okyanusların o büyük dalgalarının sahilleri dövme sesinini taşıyordu. Ama genelde arka planda bana yaşamı fısıldayan doğanın ritmine, birden erkek kumruların eş aramak için biteviye tek düze ötüşleri, beni o sihirli dünyamdan, kır evinin sakin, huzur veren, günümüzün tüm kargaşasından uzak atmosferine taşıyı verdi.


Doğanın içinde bir yanda İda’nın nefesi poyraz, diğer yanda asırlardan buyana kutsal kitaplara konu olan zeytin ormanlarının hüküm sürdüğü Körfez, ülkemizin ender yörelerinden biridir. Zeytin tarımında agrokimyasalların (ilaç, kimyasal gübreler ve hormon) oldukça az kullanımı bu sihirli dünyanın dengesini henüz bozmamıştır. Bu nedenle Körfezde ender bulunan Keremköy gibi kendini kitle turizminden korumuş bölgelerde yaşam, size doğanın bir parçası olma fırsatını ve şansını da vermektedir. Artık günümüzde dede ve büyük annelerin özlemlerinden yaşayan bu sihirli dünyayı, ülkemizin hala bazı köşelerinde bulmak ve onu yaşamak mümkündür. Acaba turizmin başka bir versiyonu ile bu gibi yörelere zarar vermeden, huzur veren ve bir şekilde kendini koruyabilmiş bu yerleri, çocuklarımız ve torunlarımız ile tanıştırmanın bir yolu olabilir mi? Biz büyük baba ve büyük annelerin nostaljilerinde kalan sessizliğin hüküm sürdüğü, doğası henüz bozulmamış, insanın kendini doğanın bir parçası olarak hissettiği bu yöreleri büyük şehirleri kendilerine dünya edinmiş çocuk ve torunlarımıza tanıtmak için neden bir uğraşımız yoktur? Çünkü bu gençlerin ebeveynlerinin çoğu da bu gibi yaşam ortamlarının yabancısıdır. Yani yukarıda anlatmak istediğim doğal yaşam şeklini ancak bu genç ana babaların ebeveynleri bilmektedir.
Bu nedenle özellikle bu genç ebeveynlere seslenmek isterim. Sizlerin ebeveynlerinin nostaljisi olan bu gibi yaşam köşeleri artık çok eskilerde kalmaya başlamıştır. Sizlerin ebeveynleri bunları büyük bir özlem ile hazırlamaktadırlar. Bu nedenle tatillerinizi, bu gibi korunmuş, doğası yaşayan, ama artık sizlerin büyükleri için bile nostaljik olan bu köşeleri bulun tanıyın ve çocuklarınıza da tanıtın. Yaşamı büyük şehirler sınırları içinde zanneden sizler, Ayvalık gibi sahil kasabalarına geldiğinizde alışkanlıklarınızın esiri olarak veya size turizmcilerin sunduğu hazır programlar dışında da bir hayat olabileceğinizin beklide farkında değilsinizdir.  Çocuklarınız ile birlikte çevreye yapacağınız küçük geziler, asırlardır yörenin esas sahibi benim diyen zeytin ağaçları veya Kozak yolu üzerinde muazzam çam fıstığı ormanları ve onların büyüleyici manzaraları, zeytinlik alanların toprak işlemeleri esnasında martıların solucan veya fare avlarını izlemek, kırsalda poyrazın değişik ses ve serinliğini hissetmek, zeytinlikler arasında yaramazlık yapan sincapları kendi ortamlarında görmek, yüksek kesimlerde Ege’nin eşsiz güzelliğini, adalarını seyretmek, sizlere şehirlerin dışında da harika bir dünyanın ayırtına varmanızı sağlayacaktır.
Buralarda bu gibi yerlerin yerel yönetimlerine de önemli görevler düşmektedir. Bu gibi sakin köşelerde yerel halkın bilinçlendirilerek pansiyonculuğa teşvik edilmesi gerekir. Zaten iş olanaklarının son derece kısıtlı olduğu bu yörelerde, turizm yoluyla hem yerel halka yeni imkanlar ve hem de yukarıda anlatmaya çalıştığım bu korunmuş bölgelerin genç kuşaklara tanıtılması da mümkün olacaktır.

Sizleri ailecek Kuzey Ege'nin Toscana vadisi olarak bilinen, ancak çok az yurttaşımızın bildiği bu sihirli dünyaya bekleriz.

23 Temmuz 2014 Çarşamba

KEREMKÖY ÇEVRESİ VE MOTOKARAVAN TUTKUNLARI

Öğrencilik yıllarımızda Avrupa’ da çadırla başlayan kamping aşkımız, daha sonra çekme karavan ve en sonrada motokaravana dönüştü. Ancak son 10 yılda ülkemizde kamping alanların yetersizliği ve kullanım kültüründe Avrupa’ya göre farklılık, 40 yıl süresince yaptığımız bu eylemi bitirmemize neden olmuştur. Ayrıca son yıllarda trafikteki inanılmaz patlama ve kaos, artık biz yaşlıları, bu keyiften uzak tutmanın ayrı bir nedeni olmuştur.
Son 4 yıldır Edremit körfezi Ayvalık tarafında denizden 2 km içerde olan Keremköy bizim yılın büyük bir kısmını keyifle yaşadığımız bir yer olmuştur. Şimdi Gömeç ilçesinin bir mahallesi haline gelen, sessiz ve sakin olan bu köy henüz kitle turizmi tarafından keşfedilmediği için o eski köy dokusunu koruyabilmiştir. Çanakkale – İzmir otoyolundan 500 metre içerde olan Keremköy tamamen zeytinlikler arasında ve tepelerin üzerinde kurulmuş, tarihi çok eski bir köydür. Geçen yıl sahile inen yol asfaltı yapılınca, bu yıl sahile inen trafik oldukça artmıştır. Köyden 2 Km sonra sahile ulaştığınızda sizlere Sahile çok yakın Çiçek adası merhaba diyecektir. Biraz ilerde Rumlardan kalma, maalesef yıkıntı halinde hemen denizin içinde bir zeytinyağı fabrikası dikkatinizi çekecektir. Bu fabrikanın eski iskelesi sizi denize çağıracaktır. 
KEREMKÖY SAHİLİ , ESKİ ZEYTİNYAĞI FABRİKASI VE İSKELESİ
Bu iskele bu yörede bulunan az sayıdaki yazlık sitenin sakinlerine denize rahatlıkla girme olanağı sunmaktadır.  Köyden sahile inin yolu kullanarak Ayvalık’a gitmek mümkündür. Ayvalık’ta Şirinkent olarak isimlendirilen bu sahil kısmı oldukça popüler yazlık sitelerin bulunduğu bir yöredir. Bu yoldan Keremköy Ayvalık ve Cunda’ya 10 – 12 Km uzaklıktadır.
Keremköy sahili körfezin bundan 50 yıl önceki güzelliği ve doğallığını koruyabilmiş nadir yörelerden birisidir. Bu nedenle motokaravancılar yıllık gezi programlarını yaparken bu sahilde birkaç gün geçirmeleri, inanıyorum ki, bu yöreyi tanımış olmaktan büyük mutluluk duyacaklardır. Sahilde istenilen bir yerde birkaç günü geçirmek, körfezin o serin ve Kaz dağlarından gelen oksijen yüklü havasını teneffüs etmek, gecelerin serinliğinde uyumak ve genellikle sabahları sakin olan temiz denizinde yüzmek motokaravancıların tüm hayallerini süsleyen unsurlardır. Ayrıca tüm bunlar için bir ödeme yapmanızda gerekmeyecektir. İhtiyaçlarınız için gerek Ayvalık ve gerekse Gömeç’e belediye otobüsleri veya dolmuşlarla ulaşmak oldukça kolaydır. Sizlere bu yöreleri de aracınızı sahilde bırakarak, gezme olanağı sağlayacaktır. Ayrıca Körfezin en güzel kite sörfünün yapıldığı bu sahillerde, Gençler sizlere unutulmaz şovlar sunacaklardır.
Bu arada bu gezinizi daha cazip hale getirmek için sizlere birkaç hatırlatma yapmak isterim. Bunlardan birincisi Körfeze ve Ayvalık’a geldiğinize göre bu yörenin en ünlü ürünü zeytinyağını tanımadan gitmeyiniz. Şimdi Çanakkale – İzmir karayolu üzerinde Ayvalık’taki bazı zeytinyağı fabrikalarında bulunan kafelerde sizlere bu tanıtım yapılmaktadır. Böylece değişik zeytinyağı degistasyonları yapma olanağınız olacaktır. Ayrıca bulunduğunuz şehrin Marketlerinde bulma olanağınız olmayan başka bir ürün ise çevirme tekniği ile yapılan fermantasyona uğramış sofralık siyah zeytindir. Bunu mutlaka sorun ve tadına bakın. İkinci konu ise fotoğrafçılıkla ilgili. Günümüzde dijital kameralar çoğumuzu fotoğrafçı yaptı. Bu yörede bulacağınız birçok asırlık zeytin ağacı size seve seve modellik yapacaktır. Sizlerde salonunuzu süsleyecek çok güzel fotoğraflara sahip olacaksınız. Üçüncü hatırlatmak istediğim husus, buralara kadar gelmişken Kozak yaylalarını ziyaret etmenizdir. Fıstık çamları ormanları sizleri güzellikleri ile hayran bırakacaklardır. Umarım asırlık zeytin ağaçları gibi buralarda da harika fıstık çamı orman peyzajları fotoğrafları çekme olanağınız olacak. Bu yörede bu ormanlar içindeki köyler sizlere dilerseniz ev sahipliği de yapacaktır. Gömeç’ten Ayvalık’a giderken solda göreceğiniz Kozak yolu sizi güzel bir peyzaj içinde Bergama’ya ulaştıracaktır. Bu köylerden çam fıstığı almayı unutmayınız, Bu köylerde Ağustos ayından itibaren yeni ürün bulabilirsiniz. Eğer Bergama’ya ulaşacak olursanız, küçük yerel mandıralarda Bergama tulum peynirinin mutlaka tadına bakınız.
Eski bir motokaravancı olarak, şimdi genç kuşak kampçıları na bir hatırlatma yapmak istedim. 
Çünkü yıllar önce Çanakkale’den Körfeze geldiğimde, hayalini kurduğum sakin bir köşe bulup birkaç gün geçirememiştim. Belki de bu olumsuz anım nedeniyle, siz motokaravan dostlarına bu hatırlatmayı yapma gereğini duydum.

Sakinliği arayan, genelde yaşları biraz ilerlemiş olan, genellikle aileleri ile seyahat eden bu dostlarıma Keremköy ve civarında güzel günler geçirmelerini, bu yöreden zengin anılarla evlerine dönmelerini dilerim.

4 Temmuz 2014 Cuma

İKİNCİ HAYAT VEYA ALTERNATİF YAŞAM

  

keremköy de kır evi
Keremköy isimli bu Blogda, alternatif yaşam arayanlar ile ikinci hayat olarak da isimlendirebileceğimiz emeklilik hayatında, şehirlerin kargaşası dışına çıkmayı isteyenlere az da olsa yol göstermek amacıyla, bu alandaki düşünce  ve yaptıklarımı sizlerle paylaşmak istiyorum. Ben emekli olduğum için benim sizlere iletmeğe çalışacağım hayatı beklide ikinci hayat olarak vurgulamak daha doğru olacaktır. Halen aktif olarak yaşayan ve alternatif hayatı benimseyen ve bunu aileleri ile deneyenlerin ülkemizde de olduğunu biliyorum. Hatta bunlardan bazıları deneyimlerini internet üzerinden paylaştıklarını biliyor ve onların yeni hayatlarındaki özveri ve başarılarını zevkle okuyor ve izliyorum.
Bu yaşam fikri benim için yeni düşünce değildir. Üniversitede aktif olarak çalışırken,  daima herkesin sürdürdüğü rutin yaşam şeklinin dışında, alternatif yaşamı denedim. Örneğin bir yıl boyunca her hafta sonu iki gün İskenderun körfezi, Yumurtalık koyunda karavanımızda eşim ile birlikte balık tutarak doğa ile baş başa kaldık ve bundan inanılmaz keyif aldık. Şubat ayında sıcak bir oda yerine gece denizin üzerinde balık tuttuk. Bazen sıyırtı yaparken, kayalara takılan oltalarımızı kurtarmak için suya daldığımda oldu. Uzun yıllar yılbaşları ve hafta sonlarını http://ahmetayvalik.blogspot.com.tr/ isimli Blogda tanıttığım küçük evde geçirdik. Bir dekar olan bu vahşi alanda ağaçlar yetiştirdik, taş bahçeler yaptık, kayalardan denize girdik, hemen hemen her anından büyük keyif aldık. 2000 li yılların başında Adana’da bir köyde 8 dekar alan içinde yaptığım çiftlik evi ve bahçesinin düzenlenmesi bana inanılmaz yaşam enerjisi verdi. 60’ lı yaşlarımı bu alanda oldukça aktif ve keyif içinde yaşadım. Hayatta olumsuzluk ve pesimistliğe yaşantımda yer vermeden, sürekli olarak hayallerimin peşinden koştum. Özellikle bu son Adana’ daki çiftlik yaşamım deneyimimden bir gerçeğin farkına vardım. Biz şehirde yaşayanlar, o şehri yapıların, sokak ve caddelerin kapsadığı sınırlar içinde düşünmekteyiz. Çevreme baktığımda hiçbir dostum veya tanıdığım, Adana’ da şehir dışında o uçsuz bucaksız ovada inanılmaz hayatların ve bizleri mutlu edecek olanakların olduğuna ve istersek bunları paylaşabileceğimizi düşünmedik. Ben ve eşim 1970 li yılların başından emekliliğe kadar Adana’ ya gelen diğer arkadaş ve meslektaşlarımla birlikte, lojmanlarımızın da Üniversite içinde olması nedeniyle, tüm aktif hayatımızı Üniversite kampusu içinde geçirdik. Bundan inanılmaz keyif aldık. Emekli olduğumuzda da bu eski dostlarla kurduğumuz bir sitede yine beraberce yaşamağa devam ettik. Bizler arasında 40 yılı aşkın bir dostluk bulunmaktadır. Diğer bir ifadeyle bu arkadaşlarım benim ailem oldular. Onlarla bir arada olmak, ayni yaşam nişini onlarla paylaşmak, inanıyorum ki, benim kadar onlara da bir güvence ve zevk vermektedir. Birçoğumuzun çocuğu kucaklarımızda büyüdü, şimdi torunların sevgisini paylaşıyoruz. Ama benim için bu yaşam şeklinde bir şey eksik kalmaktadır. Bunu hep hissettim ve zaman zamanda arkadaşlarım ile paylaştım.
 Emekli olduktan sonra maalesef ülkemizde liyakat kavramı pek geçerli olmadığı için Üniversite çalışma düzeni, hepimizi işe yaramaz olarak değerlendirerek kapının önüne koydu. Birçoğumuz hazırlıklı olmadığımız yeni hayat şeklinde bocaladık, üzüldük ve çaresiz bu yaşam şeklini boynumuz bükük kabul ettik. İnanıyorum ki, birçoğumuzun en dolu ve verici olduğu bu dönemde, ülkemiz sosyal yapısı gereği olarak ta başka bir yaşam şekli olabileceğini düşünemedik. Zaten hobi açısından oldukça fakir olan toplumumuz, dışarıdan bizlere hazır bir yaşam şekli de sunulmadığı için birazda hayata ve hatta kendimize küserek, hayatın son evresini tamamlama rutini içine girdik. Hep düşünmüşümdür. Neden Adana’ da emekliliğimizde yaşam için bir köyü seçmedik. Her şeyden önce 300–400 m² arsa yerine 2000–3000 m² alanlara evlerimizi inşa eder ve daha ekonomik, ama daha konforlu ve doğayı tümüyle paylaşacak şekilde zengin bir yaşam şansı elde ederdik. Şehirde bulunan tüm altyapı artık köylerimizde de var. Adana’ ya en uzak köy belki 40 km. Ama istenirse 15–20 km uzakta da köyler mevcut. Bu mesafeler büyük şehirler için bir mahalle uzaklığındadır. Birçok vergi köylerimizde yok. Şehirde yardım olarak evlerimize aldığımız yardımcıyı beklide dörtte bir fiyatına köylerde bulmamız mümkündü. Bahçede her türlü sebze ve meyve yetişebileceği gibi istenirse kedi, köpek ve tavuklarımız ile birlikte yaşam şansı bulabilirdik. İstenirse bunları yaparken bütçenizi zorlamadan köylü dostlarımızdan yardım sağlamakta mümkün olabilirdi. Böylece son 10 – 20 yılda çok gelişen ve beslenmemizde bizi kendine mahkûm eden endüstriyel tarımın, şehirde yaşayanlar üzerindeki zorbalığı ve tahakkümünden de kısmende olsa kendimizi ve ailemizi koruyabilirdik.  Aracınıza park arama ve yaratma derdimiz olamazdı. Üstü morsalkımla örtülen bir park alanı 2–3 yılda hazır hale gelebilirdi ve bunları biz üzülmeden keyif alarak kendimiz yapabilirdik. Şayet bu yaşam şeklini birkaç dostumuzla, komşuluk içinde gerçekleştirebilseydik, doğanın içinde bu yaşam şeklinde ne kadar çok kutlanacak olayımız olurdu.
Bunun daha gelişmiş şekli ise çiftlik karakterli sitelerin kurulmasıdır. Bu proje, bir ara Adana’ da Üniversite dışında yaşayan dostlarımızla söz konusu olmuştu. Heyecanla bazı ufak girişimlerin ötesine maalesef gidemedik. 
Hatta bu projeyi daha değişik boyutlar içinde de düşünmek ve planlamak mümkündür. Ülkemizin seçilecek herhangi bir köşesinde daha büyük boyutlu yaşam alanları yaratmak, planlamak ve birçok hizmete ortak ulaşmak şeklinde olabilir. Bu denize yakın bir Ege köyü veya kazası olabileceği gibi Kaz dağlarında veya örneğin Kastamonu’ da bir köy de olabilir.  Büyük boyutlu düşünüldüğünde akla gelebilecek birçok hizmetin ortaklaşa ve ucuz sağlanması mümkün olabilecektir. Bu şekil yaşam özellikle Amerika Birleşik Devletlerinde özel sektör tarafından genellikle emeklilere sunulmaktadır. Son yıllarda Ege’ de İzmir civarında buna benzer yaşam üniteleri özel sektör tarafından planlanmaya başlandığını bazı haber veya ilanlardan görmeye başladık. Hatta slow city kavramı altında reklamları da yapılmaktadır.
Bunlar geçmiş yıllarda üzerinde düşündüğüm, hayaller ürettiğim, ama arkadaşlarımla paylaştığımda, benim ne düşündüğümü ve istediğimi anlamakta dahi sıkıntı çektiklerini gördüğümde gerçekleştirme olanağı olmadığını gördüm ve bu nedenle, bu düşünceler benim için birer hayal olarak kaldı. Ama ben alternatif yaşam arayışlarına yalnızda olsam devam ettim. Sağlığım ve fiziğim müsaade ettiği, eşimin de bana destek verdiği sürece bu hayatı sürdürmeğe devam edeceğim.
Peki, günlerim nasıl geçiyor? Üç yıldır oğlumun Ayvalık Keremköy’ de aldığı çiftlik evi ve arazisini ıslah için genelde inşaat faaliyetleri, hemen hemen tüm zamanımı doldurdu.
Keremköy deki kır evi
 Bu arada her yıl 3–4 ayımızı dostlarımız ile birlikte Adana’ daki sitemizde geçirmeye özen gösterdik. Bunun dışında Adana’ daki yaşantımda dış mekân faaliyetleri sınırlı olduğu için son yıllarda, özellikle Adana’ daki köy hayatımda ilgi duyduğum ve kısmen de başarılı olduğum mutfak benim için yeni bir hobi alanı oldu. Bazen kendi kendime soruyorum, neden ve niçin mutfak hayatıma girdi. Bu birazda benim tüm çalışma hayatımda laboratuarın önemli yeri olmasında kaynaklanıyor. Bırakın biyokimyasal veya biyoteknolojik çalışmaları, daha çalışma hayatımın ilk yıllarında turunçgillerden izole ettiğim bir patojen fungus olan Phytophthora izolatlarına laboratuar ortamında mama beğendirmek, benim ilk mutfak deneyimimi oluşturmuştur. Ama şimdi tatlısından tuzlusuna birçok yemeği deniyorum ve aldığım tepkilere bakılırsa oldukça da başarılı sayılırım. Çünkü Adana’ daki sitemizde her biri deneyimli birer mutfak ustası olan hanım arkadaşlarımın, yaptığım yemeklere olan tepkileri oldukça olumlu. Hatta zaman zaman onların övgülerini de aldığım oluyor.
Ayvalık’ ta ise başlangıçta yeşil ve siyah zeytin yapımlarını eşim ile beraber denedik. Eşim Giritli ve bende körfezli olmama rağmen bu kadar güzel zeytin yememiştik. Örneğin yeşil zeytinler Ağustos ayından sonra yumuşamalarına karşın, burada denediklerimiz bir yıl sonra bile hala diriliğini muhafaza edebilmektedir. Siyah zeytinde ise ilk defa Ayvalık’ ta yapıldığını gördüğüm çevirme veya yuvarlama denilen teknikle yaptığımız zeytinin nefaseti bambaşka oldu. Ticari olarak pek uygulanmayan bu yöntemde az tuzda zeytin tenekeler içinde fermente olmakta ve bir yılı aşkın süre nefasetini koruyabilmektedir. Zeytin söz konusu olduğunda, beklide çocukluğumun Edremit’ te zeytinyağı fabrikaları içinde geçmiş olması nedeniyle kendimi bu bitki ve ürünlerine çok kaptırıyorum. Bu yıl yeni uğraşım peynir yapımı oldu. Hatta bunun için büyük miktarlarda koyun sütü ile beyaz ve hellim peynir yapımlarımız oldu. Kışın Şubat ayında hazırladığımız bu peynirlerde hellim, Özden’ in favorilerinden olduğu için erkenden tüketmeğe başladık. Beyaz peynir tüketimi içini Keremköy’ de inşaatın bitmesi ve oraya taşınmamızı beklemekteyiz. Umarım Haziran ortasından önce köye taşınmış oluruz. Bu yaz köyde değişik kışlık domates hazırlama yöntemlerini deneyeceğim. Bir kısmını kurutacağım. Meyvelerden ayva, erik, şeftali, nektarin ile marmelâtlar hazırlamak, bamya ve taze fasulye kurutmak istiyoruz. İlkbaharda hasat ettiğimiz enginarların büyük bir kısmını derin dondurucuya koyduk. Bunlara ilave harika yeşil baklalarımız oldu. Bunlardan da iç bakla hazırlayarak derin dondurucuya koyduk. Bir kısmını yeşilken kurutarak fava için ayırdık. Büyük bir kısmını ise kuruttuk Bunlardan bir kısmını tohumluk, diğer kısmı ise favalık muhafaza edeceğiz.
Tüm yazlık domates, biber, patlıcanın değişik çeşitleri ile bamya, rezene, roka, ekşikulak, nane maydanoz dereotu tohum ve fidelerini Nisan ayında ekim ve dikimini yaparak yaza hazırlandık. Bu ürünlerde mümkün olduğunca agrokimyasal kullanmadan üretmeğe çalışacağız. Edremit körfezi henüz doğal dengesini tam kaybetmediğinden doğal ürün yetiştirmeğe yardımcı olabilmektedir.
Niyetim sonbahara girerken tarhana ve erişte yapmayı deneyeceğim. Akçay’ da oturan kız kardeşim Nebahat’ ın yaptığı tarhana, yıllardan beri tükettiğimiz tek tarhana ürünüdür. Dışarıdan aldıklarımız maalesef alıştığımız tadı bizlere vermediği için tüketemedik. İnanıyorum kardeşimin yardımı ile bu yıl kendi yaptığımız tarhanamızı tüketeceğiz.
Gördüğünüz gibi bizlerin ikinci hayatımız oldukça yoğun ve hareketli geçmektedir. Bunlara ilave köyümüzün 2 km altında hiç bozulmamış bir doğa içinde denizimiz var. Bizler Rumlardan kalma bir zeytinyağı fabrikasının iskelesinden hiçbir atığın kirletmediği denize gireceğiz. Atık olarak hem endüstri, hem şehirsel ve hem de tarımsal atıkları kastediyorum, Bu nedenle de kendimizi çok şanslı hissediyorum.
Korkmayın, ikinci hayatınızı doya doya yaşamak için biraz cesaret. İnanın çok mutlu olacaksınız. Artık Ege’ nin balıkçı kasabaları tükendi. Bu nedenle ülkemizin tüm köyleri alternatif hayatı keşfetmek, hayattan zevk almak, yaşamı tüm varlıkları ve boyutu ile paylaşmak için sizleri beklemektedir.

İhtiyacınız olan yalnız biraz cesaret

3 Temmuz 2014 Perşembe

HAZİRAN’ DA KIR EVİNDE YAŞAM

KARADUT AĞACIMIZ
Bu yıl 15 Haziran’dan itibaren karadutlar olmağa başladı. Geçen yıl köyden bir yardımcı çiftlikteki büyük karadut ağacından bir kova kadar meyve toplamış ve eşim Özden onlardan harika bir karadut reçeli yapmıştı. Bu yıl toplamak amacıyla biraz korkarak ağacın yanına gittiğimizde, toplamanın o kadar da zor olmadığını gördük ve öğrendik. Tahminen 20 dakika içinde bir kova kadar karadut meyvesini toplamıştık. Ama en kolay yolunun beyaz dutlarda da olduğu gibi karadutun da silkim ile çok kolay toplanabileceğini öğrendik. Ancak ağacın altına sereceğimiz büyük ve temiz bir örtünün olmaması nedeniyle evde mevcut en eski şort ve fanilaları giyerek, 3 defa dutu ziyaret ettik.
KARADUT MEYVELERİ
O ağacın beklide ancak yirmide birini topladık, ama bu miktar bile bizler için çok fazlaydı.
 Geçen yıl olduğu gibi bu yılda Özden onlardan reçel yaptı. Reçel yapımında bizde mutlaka reçelin üzeri tülbentle örtülmüş geniş bir tepsi içinde güneşte yoğunlaşmanın sağlanması vazgeçilmez bir kaide olduğu için bu yılda  bu seremoni bir hafta boyunca devam etti.
Bu yıl içinde karadut ile 6. reçelimizi yaptık. Bunlardan ilki Adana’ dan gelen turunçlarla yaptığımız turunç reçeli oldu. Bu her yıl mutlaka evde yapılan reçellerin birincisidir. Bunun yapımı bana aittir. Çocuklarımızda çok sevdiği için miktarı biraz fazla tutulur, genellikle kahve ile veya yemeklerden sonra tatlı istendiğinde tüketilir.
İkinci reçel incir reçeli oldu. Birkaç yıldan beri mutlaka yapılan bu reçel için meyveler Ayvalık’ ta zeytinlikler arasında bolca bulunan yabani incir ağaçlarından bizzat kendimiz tarafından toplanmaktadır. Bu yıl 3.defa yaptık ve hangi tip ağacın meyvesinden en iyi reçel yapılabileceğini de öğrenmiş olduk. Bu reçel de diğer reçeller gibi ekmek üzeri tüketilmeğe pek uygun değildir. Ama simit ve güzel bir beyaz veya tulum peyniri yanında damakta inanılmaz keyifler yaratabilmektedir. Ayni zevki simit peynir ve turunç reçeli ile de yaratmak mümkündür. Ancak bana göre incir reçelinin bu ritüeldeki yeri tartışılmazdır.
Üçüncü reçelimiz çilek oldu. Bu tamamen tesadüfler sonucu kendiliğinden gelişen olaydır. İlkbaharın ilk aylarında Ayvalık çarşı içinde seyyar satıcılarda dış görünüşü harika çilekler satışa sunuldu. Birçok kişi gibi bende bu meyvelerden 2 Kg taze tüketmek için aldım. Eve gelir gelmez bu harika meyvelerden birini yıkayarak yemek istediğimde beni bir sürpriz bekliyordu. Dış görünüşü ile çilek olan bu meyveler tat ve koku bakımından çilek olduğunu söylemek pek mümkün değildi. Atmağa kıyamadığımız bu meyvelerle yaptığımız çilek reçelini de diğer reçellerle paçal yaparak tüketmekteyiz. Bu konudaki düşüncelerimi ayrıca DAMAĞIMDAKİ HIRSIZ başlıklı bir makalede ile sizlerle paylaşacağım.
Dördüncü reçelimiz ise kumkuat oldu. Bir dostumuzun hediyesi olan bu bitkiyi saksı içinde balkonda tutmağa çalıştık. Ancak bizlerin çiftlikte olamadığı aylarda saksılardaki bitkilere gereken özen gösterilmediği için bu bitkiyi toprağa indirdim. Bu yıl ilkbaharda yaptığım bu işlem esnasında üzerinde bol miktarda meyve olduğu için bunları reçel yaparak değerlendirdik. Kumkuat reçeli de tüketiminde farklılık gösteren bir reçeldir. Genellikle sade dondurma veya pasta ve kekler ile tüketilmeğe daha uygundur.
Beşinci reçelimiz vişne oldu.
VİŞNE AĞACIMIZ VE MEYVELERİ
Her yıl kısa bir süre pazarlara gelen vişne meyvelerini bu yıl kendi bahçemizden hasat ettik. Böylece kır evimizdeki ürünlere vişnede eklendi. Son iki yıldır da 4 yeni vişne ağacı daha diktim. Gelecek yıl daha fazla vişne ürünümüz olacağını tahmin ediyorum.
Altıncı reçelimiz yukarıda anlattığım karadut oldu. Bunu şimdi sırasıyla nektarin, şeftali, erik, ayva gibi reçeller izleyecek.
Bunların yanında Nisan ayında ekim ve dikimi yapılan sebzeler de yetişmeye başladı. Birkaç çeşit halinde ektiğimiz fasulyeler şahane oldu. Biber çeşitlerini 2-3 haftadır tüketmeye başladık. Özellikle sabah kahvaltılarında dalından yeni kopmuş, körpe biberlerin tadını Pazar veya manavlardan alınanlarla örneklemek mümkün değil. Dışarıdan alınan biberler kayış gibi sertken, çiftlikte kendi yetiştirdiğimiz ve oldukça küçük hasat ettiğimiz biberleri dışarıdan temini olanaksız. Ayrıca bamyaların yetiştirilmesinde oldukça başarılı olduk. Son 10 gündür iki defa tavuklu olarak yemeği yapıldı. Ancak koruklarım henüz olmadığı için limon ile tatlandırıldı. Beyaz ve Girit kabaklarını 2 -3 haftadır tüketmeğe başladık. Özden Giritli olduğu için onun küçük Girit kabakları ile hazırladığı kabak musakka özlemle beklediğimiz yemekler arasında yer almaktadır.  Domateslerden kızaranlar var, fakat bu hafta bizleri ziyaret edecek misafirler ile domates sezonunu açmak istiyoruz. Patlıcanlar parmak büyüklüğüne ulaştı. Tahminen bir hafta sonra hasat edebileceğiz. Bu hafta önemli olaylardan biri de nohut hasadı.  Bakla ve sarımsakları hasat etmiştik.  Balkabakları, kavun ve karpuzlar meyve bağladı. Ancak hasat için uzunca bir süreye ihtiyaç olacak.
Tüm zamanımız, 600 m² çimin 3 günde bir sulanması, haftada bir biçilmesi, sebzelerin bakımı ve sulanması, yeni dikilen meyve ağaçlarının ve dış mekan peyzaj bitkilerinin bakımı gibi rutin işlerin yapımı yanında, hasat edilen ürünlerin değerlendirilmesi gibi işlemleri yapmakla geçmektedir. Henüz deniz mevsimini açmadık. Ancak meteorolojik raporlara göre Haziran ayının son haftası oldukça sıcak geçeceğe benziyor. Belki bunu fırsat bilip, bizler de deniz mevsimini açarız. Bu arada teknenin bakımı ve  suya indirilmesi gerekiyor. Her seferinde römork ile indir, bindir işleri zor olacağı için bu yıl tekneyi sürekli suda bırakmayı düşünüyoruz. Bunun için sahilin ne kadar emniyetli olabileceğinin araştırılması beni bekleyen önemli işlerden biri.
Evdeki tadilatları en sonunda bitirebildik. Dün son olarak perdeler takıldı. Televizyon ve internet işlemleri tamamlandı. Umarım herhangi bir sorun yaşanmadan rutin ve sakin hayatımız tüm yaz boyu devam eder. Ben bu satırları yazarken kumruların fonda serenatları devam ediyor.
Ancak benim sevimli dostlarım sincaplar bu yıl yeni dünyaları bitirdiği gibi şimdi de henüz ham olan armutlarımı dökmeğe başladılar.

Eğer bir önlem alamazsam armut ve ceviz gibi ağaçlardan ürün almam pek mümkün olamayacak. Önlemler olarak internette birçok alet satılmasına karşın, Amerikan literatürlerinde bunların tamamen etkisiz olduğu özellikle vurgulanmaktadır. Birçok çalışmada naftalin veya acı biber önerilmektedir. Biberin bitkilere püskürtülmesi önerilmektedir. Ben başlangıç olarak ağacın yanındaki taş duvar üzerindeki kiremitlere naftalin uygulamayı deneyeceğim.

5 Nisan 2014 Cumartesi

KIR EVİNDE MART AYI



Aralık, Ocak ve Şubat aylarını Adana’da geçirdim. Bu kış aylarının sıcak geçmesi birçok meyve ağacının erken uyanmasına neden oldu. Şubat sonunda Keremköy’ deki kır evime geldiğinde birçok meyve ağacı uyanmış ve yeni yıla merhaba diyorlardı. Ben onların budamalarını, bazılarının kış ilaçlaması ve gübrelemesi için geç kalmıştım. Bu nedenle de zannederim bu yılı bana karşı biraz sitemkâr geçirecekler. Nitekim eriklerde afid (yaprak biti) yaprakları tamamen sarmış, şeftalilerin yeni oluşan yapraklarında Taphrina o çirkin simptomlarını oluşturmuştu.

 Geçte olsa afidlere karşı ilaçlamamı yaptım. Bundan sonra gelecek yaprakların sağlıklı olacağını biliyorum. Hiçbirine, planlamama rağmen çiftlik ve 3x15 kış gübrelerini veremedim. Tüm bu nedenlerle bitkilerimin bana sitemkâr olmalarını anlayışla karşılamak zorundayım. Ama Mart ayında yağışlarla beraber hepsini sevindirecek azot gübresini verdim. Geçen sonbaharda diktiğim 30 kadar enginar harika olmuş. Ben yokken yardımcım onlara azot gübrelerini verdikleri için son derece sağlıklı görünüyorlar. Birçoğunda enginar başları oluşmağa başlamış.

Meyve oluşumu başlayan enginar bitkisi

 Ümidim 10 Nisan’dan itibaren kendi ürünümüz mutfağımızı ve soframızı zenginleştirecek. Eşim ve ben yıllardan beri tüm ilkbahar aylarında hemen hemen her hafta zeytinyağlı enginarı yemeği tüketmeyi bir alışkanlık haline getirdik.
Mart ayında güllerin budamasını yaptım ve geçen yıl çelikten yetiştirdiğim 30 kadar gülü çiftliğin değişik yerlerine şaşırttık. Ayrıca 2 yıl evvel tohumdan yetiştirdiğim 20 kadar palmiye fidanını da uygun yerlere şaşırttık. Yalnız asma fidanlarının temininde maalesef biraz geciktim. Bu nedenle de sofralık, şaraplık ve kurutmalık olarak belirlediğim asma çeşidi fidanlarına ulaşmam ve satın almam mümkün olmadı. Planım 50 – 60 kadar asma fidanı ile bir bağ kurmak ve oradan elde edilecek ürünü çiftlik içinde değişik ürünlere dönüştürerek aile ve dostlar arasında tüketmekti. Bu planım şimdi bir yıl ertelenmek zorunda kaldım. Bunun yerine temin edebildiğim 2 farklı çeşit asmadan bulabildiğim 7 fidan ile yüksek çardak yapmak, hem gölgesinden ve hem de ürününden yararlanmak için onları dikebildim.
Çiftlikte esas sorunum yaz aylarındaki sulama işleri. Yanlış planlama sonucu 600 m² çim alan oluşturdum.

Çim alanların yarısı

 Bu nedenle 2 yıldır yazın sulamada sıkıntılarım oluşmağa başladı. Bu yıl çim alanı küçültmek için yeniden peyzaj düzenlemesi yapmam gerekecek. Bunun için de çim alan üzerinde su kanalları ve bu kanallar boyunca taş yollar planladım. Ayrıca belirli alanlara yüksek çalı tipi su gereksinmesi az bitkiler dikmeğe başladım Bu alanları çakıl veya benzeri materyaller ile malçlayarak sulanmaz alanlar haline getirmek istiyorum. Bu amaçla hemen hemen her yıl genellikle Adana’da topladığım çelikleri çiftliğe getirerek bir fidanlık oluşturdum. Hepsini dışarıdan fidanlıklardan almak büyük bir mali yük getirmektedir. Bu nedenle peyzajda kullanacağım bitkilerin büyük bir kısmını tohum ve çelikten kendim üremekteyim. Bu şekilde davranışımda, doğal olarak düşündüğüm peyzajın oluşumunu geciktirmektedir.
Geçen 3 yıl içinde zeytin başta olmak üzere ceviz, badem incir, nektarin, şeftali, erik, elma, Trabzon hurması, böğürtlen meyvelerinin değişik çeşitleri ile oldukça zengin bir bahçe oluşturduk. İki yıldır bunlardan ürün almağa başladık. Ancak bizlerin sevgilileri olan ve kısa zamanda davetsiz misafirler olarak çiftliğe yerleşen sincap ve değişik tür kuşlar, ürünlerimizi paylaşmakta, hatta ceviz gibi meyvelerden bize pek bir şey bırakmamaktalar. Biz çiftliğin değişik yerlerine suluk ve yem kapları koyarak bu dostlarımızı besliyor ve iyi bir komşuluk oluşturmağa çalışıyoruz. İnanır mısınız, özellikle sincaplar bizim varlığımıza alışmağa başladılar ve bizlerden ilk günler gibi pek ürkmüyorlar. Dileğimiz sabah kahvaltılarında soframızı paylaşmaları. Umarım bu dostluğu bizden esirgemezler.
Geçen 2013 yılı kışı bizim için oldukça tahripkâr geçti. Yüksek debili yağmurlarda çiftlik tamamen su altında kaldı. Çünkü çiftliğin ortasından bir kuru dere geçmektedir. Arkasında çok küçük bir havzaya sahip olmasına karşın, bir aylık yağmurun birkaç saat içinde yağması ile zeytinlikler arasında daha önceden dolan dere yatağı nedeniyle, sular her taraftan hücum ederek çiftliğin eski ve içinde incir ve çok sayıda zeytin ve cevizin olduğu kısmını doldurdu. Akış bulamayan ve günlerce çiftlik içinde kalan su maalesef ceviz ve zeytinlerimden yarısının ölümüne neden oldu. Bu nedenle geçen yılımız dere yatağının beton kanal içine alınması ve eski kısımda drenaj çalışmaları ile geçti. Artık debisi yüksek yağmurlara karşı savunmamız olduğuna inanıyoruz.
Çiftlik içinde oturduğumuz kantri tarzı bina yanında geçen yıllar içinde 60 m² bir müştemilat ile 180 m² yüksek tavanlı bir depo yaptırdık. Ayrıca traktör ve ekipmanları ile sandallar için üzeri kapalı oldukça geniş bir park alanımız oluştu. Evin hemen arkasına 4 araçlık üstü kapalı bir araç park alanı da geçmiş yıllar içinde yaptırıldı.
İlk aldığımızda ana bina dışında hiçbir alt yapısı olmayan çiftlik içinde tüm yollar kilit taş ile örtüldü evin tüm çevresi karo veya kesme granit taşlarla kaplandı, Böylece yağışlı havalarda veya sulamalarda çamur sorunu ortadan kalkmış oldu.
Sizlere geçen yıl yaşadığımız oldukça ilginç bir olayı da aktarmak isterim. Yazın tüm çevre kuru olduğu için çiftliğin geniş alanlarının sulanması ve birçok ağaç ve çalının yetişmesi nedeniyle tüm yaban hayatı için oldukça davetkâr olmaktadır. Yukarıda anlattığım gibi sincap ve kuşlar gibi paylaşmaktan zevk aldığımız dostlar yanında bizi ürküten ve tedirgin eden diğer misafirlerimiz de olmaktadır. Geçen yıl balkonda otururken oldukça büyük bir yılan dostumuz hemen aşağıda granit taş döşeli alanda görüldü ve beni izlemeğe başladı. Oldukça renkli ve güzel bir hayvan olan yılan ile ne şekilde bir ilişkim olacağını bilmediğim için onu üzülerek kovdum. Kovarken de ayağımda olan plastik terliği onun yan tarafındaki boşluğa attım. Bu davranışımı kabul etmediğini bildirmek için yerden 50 – 60 cm kadar yükselerek protestosunu bildirdikten sonra gezinme alanını meyveliklerden ayıran biberiye bordürleri içinde kayboldu. Ben sorunun halledildiğini zannederek ve eşimi de ürkütmemek için bu olaydan kimseye bahsetmedim. Ancak ertesi günü sabah kalktığımda kahvem ile birlikte balkona çıktığımda, bizim davetsiz dostumuz süs olarak balkonda bulunan ve Ege’nin minyatür tek at arabası içinde yatarken gördüm. Ancak bu sefer benim kovmama meydan vermeden kendiliğinde ayrılarak, ilk günkü gibi tekrar biberiyeler arasında kayboldu. Ondan sonrada bir iki defa kendisini görmeme ve hatta olayı sakladığım eşimin de görmesine karşın, bu ortak yaşam olaysız devam etti. Bu yıl ne yapacağımı çok düşündüm. Geçenlerde internette toprağa gömülen ve yılan savar olarak nitelenen bir alet gördüm. Bu yıl onlardan iki adet alarak denemek istiyorum. Bu şekilde satılan gereçlerin çoğunun, insan korku ve meraklarını süistimal ettiğini bilmeme rağmen, başka çözüm yolu bilmediğimden denemek istiyorum.